Yalnız Gezegen

welcome

Siz Buraya Daha Önce De Gelmiştiniz. Tabii Gelmiştiniz Ya... Tabii. Ben Gördüğüm Yüzü Asla Unutmam. Buraya Gelin De Elinizi Sıkayım! Bir Şey Söyleyeyim Mi? Sizin Yüzünüzü Bile Görmeden, Yürüyüşünüzden Tanıdım. Castle Rock'a Dönmek Için Bundan Daha Iyi Bir Gün Seçemezdiniz.

Jacqueline Smith modeli günler


"Günaydın canım, saat üç oldu hadi kalk" annem beni öperken gözlerimi hafifçe araladım. Demek saat üçtü ha? Anneme karşı bir sevgi gösterisi yaparak kalktım. "Levent bizde ayrıca" dedi annem. "Hmm öyle mi?" dedim artık uyanmıştım. El yordamıyla telefonumu buldum ve pin kodumu ilk seferinde yanlış girmiş olsam da telefonumu açabildim. Saate baktım. İki buçuktu. Üç ha? İnsaf be annecim:D Üzerime birşeyler giyinip içeri geçebildim. Uykulu gözlerimle Levent'i bulabilip "Hoşgeldin" falan diyebildim. Ben salona gelmeden önce yüz bin kez çocukcağıza sorulan soruları yeniden bir de ben sorup gözlerim açık uyumayı sürdürebildim. Aradaki olaylarda çok fazla ilginç birşey olmadığı için buraları geçiyorum. Hemen akşama gelelim. "Sen de votka ister misin Levent?" "Evet lütfen." "Dina sana sormuyorum?" "I ıh ben istemiyorum." Evet ekibimizde -ki toplam üç kişiydik zaten- alkol almayan tek insan bendim. Hava çok sıcaktı ve balkonumuz mimarın ya da tanrının ya da ikisininin birden bir lütfuyla püfür püfür esmekteydi. Bunun doğal bir sonucu olarak balkona çıkmaya karar verdik. Balkonda müzik dinleme fikri çok iyi gözüktüğünden iPod ve tripod ikisini de ekibimize kattık. Sonra Levent birden moonwalk yapmak istediğine karar verdi ve pek de başarılı olmayan bir denemede bulunduktan sonra hangi akla hizmet ettim bilmiyorum ama dur bir de ben deneyeyim moduna geçtim ve ondan bile başarısız bir denemede bulundum:D Sonra Levent'e balkonda soyunan komşumuzdan bahsettik. Levent de tişörtünü çıkardı ve bence günün cümlesini söyledi: "Hep komşularınız mı soyunacak canım?" En son coşup Destiny eşliğinde misket oynadığımızı falan hatırlıyorum, Ankaralı olmak böyle birşey. Sonra süper renkli komşumuz yine bağırmaya ve havlamaya, hayır yanlış okumadınız havlamaya falan başladı. Bir süre onu dinledikten sonra içeri girip Guitar Hero kapışması yapmaya karar verdik. Annem One Way or Another'ı seçti, Levent Hotel California dedi ve ben de Beautiful Disaster dedim. Annem ilk iki şarkıda sahneden atıldığından Leventle ben devam ettik. Aslında herkes bilirdi ki annem bir gitar duayeniydi, bizi üzmemek için kötü çalmıştı. Levent'i de açık farkla yendikten sonra daha mutlu ve gururluydum. Yanımdaki insanlar alkol alınca ben almasam bile almışım gibi hissediyorum. Üstümde abuk bir neşe hali falan vardı, nasıl anlatsam. En son Levent'le gitarı aşıp vokal olayına girdik. O çalıyordu ne hikmetse ben söylüyordum. İşte kendi evinde olmak böyle birşey. Levent Nothing Else Matters'ta çatlayan sesime hiç aldırmazken ben de rahatlıkla eğlenebiliyordum. Fade to Black bile neşeli bir hal almıştı. Bir iki şarkı sonra balkona yeniden çıktık ve renkli komşumuz hala bağırmaktaydı. Onu dinleyip eğlendik. Gözlerimden uyku akarak yatağa gittikten sonra hemen uyuyamadım. Kitabıma biraz göz atmak istedim. Kitap neredeyse sayfa sayfa olduğundan ve bunları bir arada tutan hiç bir güç kalmadığından bu hayli zor oldu ama bir bölüm okumayı başarabildim. Sabah aydınlanmaya başlarken Ankara'da bir kız yeni yeni uyuyabiliyordu.

Yine geç kalkmıştım ama bu sefer bir gibi kalmayı başardım. Bugün aslında bir çok şey oldu ama ben daha önce söylediğim üzere mutlu hikayeler anlatmayı sevdiğimden herşeyi ayrıntısıyla anlatmak istemiyorum. Annem, ben ve kuzen Levent dışarı çıkmaya karar vermiştik. Saruhan'ı aradım. Pek sevimsiz bir kadın sesi aradığım kişiye şu anda ulaşılamadığını, daha sonra tekrar denememi söyleyince kapattım. Annemin saçlarını kestirdikten sonra kuaför Barış'a sordum. "Ben yine mor yapmak istiyorum ama hepsini değil, ona göre birşeyler yapsak?" "Hallederiz" dedi Barış. Ona güveniyorum. Bu arada askere giden ve favori kuaförüm olan Erdi nisanda geliyormuş, mutlu oldum. Kuaförden çıkarken anneme "Jacqueline Smith modeli falan mı yapsam acaba?" dedim. Annem bu modeli hiç sevmezmiş meğersem. Leventle buluşup Tunalıya gittikten sonra ilk durağımız Kıtır oldu. Burada Bülent amca diye biri var, annemle babamın arkadaşıymış. Hatta beni de tanıyor ama hiç tanımıyorum. "Ne kadar büyümüşsün" derken gülümsedim. Ben onu hiç hatırlamadığıma göre beni son görüşünden bu yana hayli büyümüş olmalıyım evet:) Bülent amca sağolsun bize jest olarak kokoreçlerimizin içine çılgınca miktarda kokoreç koymuştu. -Garip oldu evet biliyorum, fazla koymuştu diyelim- Bir de üstüne patates kızartması yiyince hareket edemeyeceğimi falan düşündüm. Korkunç şişmiş halde Kızılay'a yürüdük. Nedjima sonraki durağımızdı. Kapıda rastalı şirin garson Faruk ile karşılaştık. Sınavımı sordu, girmedim dedim. Eh hadi bakalım dedi. Sıcaktan öldüğümden ve çok susadığımdan ben de bir bira istedim. Muhabbet güzeldi, güldük falan, hoştu yani. Levent annemle bana Hotel California'nın hikayesini anlattı. Bunu başka bir yazımda yazmayı düşünebilirim aslında. "Ben şarkı hikayelerini bilmekten çok hoşlanmıyorum galiba. Çünkü hespine kendim bir anlam yüklüyorum" sonra Like a Stone hakkındaki düşüncelerimi ve şarkının hikayesinin nasıl bir fiyasko olduğunu paylaştım. Daha sonra mekanda Like a Stone çalmaya başladı, hoş bir tesadüf aslında:) Biraz bira sonra kafamda tanıdık ve hoş olan o uyuşma hissini hissettim. Kalktıktan sonra bana küpe baktık, aradığım gibi birşey bulamadım. Levent'in arkadaşı gümüşcüde çalışıyormuş. O bana getirecek, en son buna karar verdik. Eve döndüğümde uyuşma hissim tamamen tatlı isteğine dönüşmüş durumdaydı. Tatlı içecek birşeyler içtikten sonra hiç birşey hissetmiyordum desem yeridir. Güzel bir günün yorgunluğuyla kanepeye serilip televizyon izlemey başladım. Daha akşamdan Ankara'da biz kız uyumak üzereydi. :)

0 yorum: