Yalnız Gezegen

welcome

Siz Buraya Daha Önce De Gelmiştiniz. Tabii Gelmiştiniz Ya... Tabii. Ben Gördüğüm Yüzü Asla Unutmam. Buraya Gelin De Elinizi Sıkayım! Bir Şey Söyleyeyim Mi? Sizin Yüzünüzü Bile Görmeden, Yürüyüşünüzden Tanıdım. Castle Rock'a Dönmek Için Bundan Daha Iyi Bir Gün Seçemezdiniz.

Eskiler vs Yeniler


"Yeni olan her şey güzeldir." diye bir cümle okumuştum yıllar önce bir dergide. Yeni yıl için yazılmış bir cümleydi ve buna yürekten inanmıştım. Yeni yılı bu denli seven biri olarak bunu düşünmem şaşılacak bir durum değildi. Ama 19 yılın bana öğrettiği bir şey varsa o da yeni olan "her şeyin" güzel olmadığı oldu. Yeni sivilceler, yeni kilolar ve yeni sınıflar her zaman güzel olmayabilirler.

Yeni olan her şeyin güzel olmaması gerçeğinin yanı sıra eski şeylerin daha hoş olduğu sayısız durum vardır. 1960ların elbiseleri, 80lerin rock şarkıları, Yusuf İslam'ın Cat Stevens olduğu yıllar buna örnek teşkil edebilir. Gerçi 80lerin modasını düşündüğümüzde bir yenilik taraftarı olup çıkabiliriz. Ama söz konusu yıllarda Doctor Who'nun senaryosunu Douglas Adams yazdığından moda pek de önemsenecek bir husus olmayabilir. Doctor Who'nuzu izleyip sonra Scorpions'un "yeni" şarkısını dinleyebildiğiniz günlerden söz ediyorum. Gerçi o günlerde de söz konusu şarkıyı bulmak son derece zor olabilir. Kaset sarmak çok hoş bir iş değildir gerçekten. CDler bu yüzden güzel. Scorpions'un söz konusu şarkısını bir sürü şarkının olduğu listelerden şak diye bulabildiğimiz MP3 çalarlarımız olduğu için şanslıyız. Yeni olan bazı şeyler güzeldir.

Kanımca Mp3 çalarlardan daha güzel bir icat varsa o da şort mayolardır. Plajlarda yıllarca hüküm süren slip mayo eziyetini bitiren her türlü icadın arkasında sıra dağlar gibi durabilecek onlarca kadın tanıyorum. Fakaat... Gelin görün ki gelenekselci abilerimiz mayolarını feda etmeyi her zaman istemeyebilirler. Bunun canlı kanıtlarını görmek her zaman mümkün ve bu hususta onları desteklemiyorum. Bundan daha da geleneklerine düşkün insanlarsa mayo bile giymeyi reddedebilirler ki bu bizi daha da çıkmaza sokabilir. Çünkü bu insanlar ya hiç bir şey giymezler ya da denize donlarıyla girmek konusunda ısrar ederler. İkisi de birbirinden kötü bu iki durumdan ikisi de beni mutlu etmediğinden bu hususta ateşli bir yenilik taraftarı olduğumu söylemeden geçemeyeceğim.

İnsanın çılgın bir özlemle eski günleri özlemesinin başlıca nedenlerinden biri de kuşkusuz Nihat Doğan gerçeğidir. Adamın zaten tatsız bir sitcom esprisine benzemesi yetmez gibi her türlü anlamsız şakanın adama mal edilmesi gönlümüze taht kurmaktan çok uzak durumlar. Hele ki sayın Doğan'ın "Barış için gerekirse soyunurum" dediği düşünülecek olursa her günü bir bayram havasında geçirip bütün küsleri barıştırmak, ülkelerin petrol kaynaklarını yakarak her türlü olası savaş nedenini yok etmek istiyorum.

Yeni günlerin güzel yanlarından biri Harry Potter serisidir. İnsanların yıllarca Harry Pottersız yaşadığına inanmak oldukça zor. Gün gelecek Harry Potter okumamış her yetişkin onsuz geçen her çocukluk günü için diz çöküp ağlayacak.

Eski günlerin en hoş yanlarından biri yaşanan aşklardır. Çünkü aşk eskiden böyleydi:


Şimdi yazıyı toparlayalım. Yeni olan her şey güzel değildir. Hem eskinin hem yeninin hoş yanları var. Douglas Adams öldü. Nihat Doğan'a alışmamız gerekiyor. Şort mayolar hiç bir zaman tam olarak benimsenmeyecek ve yarım kilo yeşil mercimeğin bir kadının aşkını kazanamayacağı herhangi bir zaman dilimi yoktur. Öpüldünüz.

Eski bir anı


Ne güzel bir gündü o öyle. İnsanın omuzlarını yakan güneş ışınları, soğuk havadan henüz uyanamamış çiçeklere selam ediyor, beyaz kelebekler henüz yeşeren çimlere nazireler diziyorlardı. Rüzgar dalgın bir edayla, temiz havayı içeri buyur edercesine açık pencerelerden evlere dalıp yeni yıkanmış beyaz çarşafları okşuyor, masalar üstünde unutulmuş onlarca kağıt dağınık bir ahenkle havaya saçılıyor ve uçuşuyordu. Kuşlar, kulakla duyulması imkansız bu melodiye şarkılar söyleyerek yanıt veriyorlardı. Güllerinse en güzel günleriydi şimdi. Beyaz güller, gelinlere benzemişlerdi. Beyaz simlerle bezeli hanımelleri sarhoş edici kokularını havaya karıştırmakta çok cömerttiler.


Şehrin kalabalığı bu manzaranın yanıbaşında olmasına rağmen güzel hava ve insanın gülümsemekten geri duramayacağı bir sürü doğal olay şehir trafiğini bir günah gibi bastırıp en derinlere atmıştı. Ne araba gürültüsü duyuluyordu, ne koşuşturan insanların telaşlı bağırışları.

Sokakta kimse yoktu. Camlarda bile kimse yoktu. Çünkü herkes bu günü kaçıracak kadar meşgul ve kördü. Daha dünyevi işleri vardı insanların. dışarıda gürül gürül akan bahar varken insanlar ellerinde bile olmayan paraların sanal hareketlerini daha ilgi çekici buluyorlardı.

Camdan dışarıyı seyreden kız üzülüyordu insanlara. Koşup uyuyan herkesi uyandırmak, herkesin ellerinde çiçeklerle kapılarına gelen baharı fark etmesini sağlamak, yolda gördüğü herkese gülümseyip günaydın demek, bulduğu bütün çiçekleri koklamak, dünyadaki bütün çirkin manzaralara bakış açısını değiştirmek, her siyahı beyazlara boyamak istiyordu.

Hiç birini yapmadı kız.

Uçları kırık uzun saçları sonu bilinmez yollar gibi iki omzunun üstünden dökülürken sesler geliyordu şehirden. Çocuklar ve askerler albümlerde solup gidiyordu. Güneşin yakıcılığından acıyordu gözleri. Ne güzel bir gündü o öyle. Küçük gözleri kimsenin düşüncelerini, duygularını göremezken sesler geliyordu şehirden.

Hiç birini duymadı kız.

Dünyaya o gün de bir şarkı söyleniyordu. Bilinmez bir sesten, gidilmeyecek bir uzaklıktan. İnsanlara inancı her saniye biraz daha azalırken güneş daha parlak bir hal alıyordu. Leylaklar saçılıyordu güne. Sarışın bir ışık ısıtıyordu yanaklarını. Erikler dallarında olgunlaşıyorlardı, kiraz ağaçlarının pembe çiçekleri salınıyordu rüzgarda. Bir sürü insan geçiyordu başka başka hayatlardan.

Hiç birini görmedi kız.

Kalbine ilmek ilmek işlenen bir sıcaklık dalgası bahar havasıyla birlikte güne nakşedilen bu muazzam güzelliğe karışıyordu. Dakikalar aceleci, zaman acımasızdı. Sarmal işleyen zamanın üzerine gül kokuları işlerken, kız sadece camdan bakıyordu. İnsanlara üzülüyordu kız. Bu kadar kör olmalarına... Asla onun gibi hissedemeyecek binlercesi için üzülüyordu. Kaç insan ağlıyordu kim bilir şimdi bu güzel günde?

Hiç birine gülmedi kız.

Ne güzel bir gündü o öyle. Sonsuzluğa uzanan mavi gök, insan elini uzatsa tutabilecek gibiydi. Usta bir ressam en güzel boyalarını alıp boyamıştı sanki günü. Dünyanın en güzel manzarası değildi kuşkusuz kızın önünde uzanıp giden küçücük bahçe. Aslında güzel bile sayılmazdı başka günde bakılsa. Kız seviyordu yine de. Taştan, topraktan, neredeyse betondan yetişen her çiçeği, her bitkiyi ayrı ayrı seviyordu hem de. Başını birazcık hava alabilmek için gururla göğe diken her canlıya tarif edilmez bir saygıyla doluyordu.