Yalnız Gezegen

welcome

Siz Buraya Daha Önce De Gelmiştiniz. Tabii Gelmiştiniz Ya... Tabii. Ben Gördüğüm Yüzü Asla Unutmam. Buraya Gelin De Elinizi Sıkayım! Bir Şey Söyleyeyim Mi? Sizin Yüzünüzü Bile Görmeden, Yürüyüşünüzden Tanıdım. Castle Rock'a Dönmek Için Bundan Daha Iyi Bir Gün Seçemezdiniz.

İnanılmaz Keşiflerim


Merhaba gezegen. Bu son bir iki günde hayatımda çılgın değişiklikler oldu. Kemana başladım, neden okuldan hayatımız boyunca ölesiye nefret ettiğimizi keşfettim ve son olarak da kafamda melodisi dönüp duran şarkının adını bulabildim. En önemsiz gözükenini hemen söylememi isteyip beni üzmek isterseniz; şarkının ismi Promised Land.

İlk keman dersim beklediğimden iyi geçti. Parmaklarımın ince olması yayı tutuşumu çok zorlaştırırken aklıma birkaç çözüm önerisi geldi.
1) Parmaklarıma silikon yaptırmak.
2) Parmaklarımı çekiçle vurma ya da kapıya sıkıştırma suretiyle şişirmek.
3) Parmaklarımı dert etmeyip yayı o şekilde tutmaya çalışmak.
4) Farklı bir tutuş bulmak.

Akıllı, sağduyulu, çalışkan ve düzgün her insan üçüncü yolu tercih ederdi. Ben hiçbir zaman tam olarak öyle olmadım ve dördüncü yolu seçtim. Artık benim saçma sapan bir yay tutma ekolüm var.

İlk dersimde gacır, gucur sesler çıkarmayı beklerken bir şarkı bile öğrendim. Bir Mozart bestesi. Ah evet, yemediniz biliyorum. Twinkle Twinkle Little Star. Ya da daha bilinen ismiyle Daha Dün Annemizin. O bir Mozart bestesi tamam mıığ?! Evet neyse. Bu da beni büyük bir buluşa götürdü: Neden okuldan tiksindiğimizi biliyorum.

Hepimiz malum şarkının sözlerini biliyoruz: "Daha dün annemizin kollarında yaşarken / Çiçekli bahçemizin yollarında koşarken/ Şimdi okullu olduk" Evet biliyoruz da, ne alaka bebeğim diyebilirsiniz. Bu durumda samimiyetimizi sorgulamayı bırakıp bana bebeğim demenizi umursamadan size açıklama yaparım. O da şöyle bir şey olur: Küçüklüğümüzden beri kafamıza oya oya nakşedilen düşünce şu olmuştur; Okul annemizin kollarından ve çiçekli bahçemizin yollarından koparılıp gönderildiğimiz yerdir. Bu durumda burayı hangi insan evladı sevebilir, sorarım.

Okul hayatının sevilmeyen bir şey olmasının bir diğer nedeni biyoloji derslerinin bünyemizde yarattığı hayal kırıklığıdır. Canlıların insanlar, hayvanlar ve bitkiler olarak ayrılmadığını duyduğumuzda yaşadığımız şaşkınlığı hatırlayanlar el kaldırabilir mi? Teşekkürler derim. Virüsler konusu ise bambaşka bir konudur. "Yarı canlı, yarı cansız" diye bir tanımlama da nedir öyle? Yarı canlı - yarı cansız bildiğimiz tek şey kuşkusuz ki durmaksızın otobüste karşılaştığımız teyzelerdir. Bunlar sadece otobüste yaşamını sürdüren organizmalardır ve otobüs dışında hayatları boş ve anlamsız şeylerdir. Sonra iribaşların kurbağa yavrusu olmaları gerçeği de nedir öyle? Bizim genç hayal güçlerimize yapılabilecek en büyük hakaretlerden biriydi bu. İribaş diyince aklıma şu beyefendi tadında bir şey gelmeliydi:


Fakat iribaş dediğimiz şey ne bu beyefendi gibi tatlı, ne de hoş. Bildiğimiz yüzen karaktersiz bir yeşillik işte. Yani adam sonrasında da en fazla kurbağa oluyor, heyecanlı bir durum yok. Ayrıca kurbağanın bile iki yaşama sahip olduğu dünyada tek yaşam yaşayıp ölmek düşüncesi bizi hüzünlere gark etti. Uğruna şiirler, şarkılar yazılan "Uu beybi, kalbimi kırdın, seni sevdim öldüm, göbeğime bakıp güldüm" tarzı şarkılar yazılan kalbimizin ise 4 odacıklı kendi halinde çalışıp duran yok efendim oksijeni ayrı yere koyayım, aman dur kirli kanlara değmesin derdinde olan basit bir organ olması ise tam anlamıyla kalbimizi kırdı. Bu hayal kırıklıklarıyla okul nazarımızda en fazla hangi sevgi basamağına tırmanabilirdi ki?

Şahsen şu saniye Milli Eğitim Bakanı olsam 100 Temel Eseri kökünden değiştiririm. Genç beyinlerin Açlık ve özellikle de Cemo gibi kitaplarla kitaptan nefret ederek hayatlarına devam etmelerine göz yummam. Otostopçunun Galaksi Rehberi'ni sokarım örneğin 100 Temel Esere. Sonra bakarım öğrencilerin kaçı 6 x 9 = 42'yi sorgulayacak? Bunu sorgulayan öğrencileri büyük bir konferans salonuna alırım ve onlara şöyle bağırırım: "Douglas Adams sizin yüzünüzden bir daha 13 tabanlık sistemde espri yazamayacak mı ulan?!" Sonra konferansı bitirip onları dizinin en sevdiğim kitabının adıyla uğurlarım: "Hoşçakalın ve balıklar için teşekkürler"

0 yorum: